Kategoriler
Şarap Gezileri

Alsace ve Almanya Gezisi – Gün 2 – Alsace

Uyandıktan sonra tipik bir Fransız kahvaltısı yaparak güne başlık; biraz münster peynirinin yanına reçel ve kruvasan atıştırdık. Hangi yöredeysek, o yörenin adetlerine uyarız! Ardından arabaya atlayıp, gazı köklememiz bir oldu. (Şaka şaka, yurtdışında ceza yemeyelim diye korktuğumuz için tırıs tırıs gittik aslında.) İstikamet Riquewihr.

Bu güzide kasabaya varır varmaz Hugel&Fils’i aramaya başlıyoruz çünkü saat 10:00 için rezervasyon yaptırdık. Biraz dolandıktan sonra Hugel’in dükkanını bulduk. Loïc bizleri içeri buyur etti. Hugel Ailesi uzun süredir şarap yapımı ile uğraşıyor, kuruluşları 1639! Şu an 12. kuşak işin başında; imrenilesi bir aile ağaçları var. Bir yandan da tadım salonuna göz gezdiriyoruz, ağırlıklı olarak ahşabın kullandığı, tam bir klasik. Geçmişten günümüze değin kullanılan etiketler bir duvarda sergilenirken, diğer duvardaki rafa ise eski şişeler dekorasyon amacıyla yerleştirilmiş, bazı şişeler o kadar eski ki etiketlerini okumak mümkün değil, kahverengi olan 1865 rekolteli idi galiba. İşte böyle detaylar sizlere şarabın ne kadar uzun zamandır buralarda yapıldığını ve içildiğini tekrar tekrar hatırlatıyor. Alsace, eşittir şarap. Denklem gayet açık.

Bu arada kadehlerimiz yerlerini almış ve tadım için ilk şarabımız getirilmiş bile. 2014 rekolteli bir Gentil tadıyoruz, kupajı oluşturan üzümler çeşitli. 2009 Riesling Classic. Bu şarapta leziz bir ekşilik vardı. Loïc, işte bu tadın Riesling’in karakterini yansıttığını belirtti. Sırada 2011 Riesling Tradition yer alıyor. Bu şaraba geçtiğimiz sırada Loïc, Alsace’in yöresel yemeklerinin kremalı, yoğun ve kuvvetli olduğunu vurgulayarak ancak şimdi tadacağımız üst seviye Riesling’lerin bu yemekleri kaldıracağını, diğer şarapların yemeklerin altında ezileceğini vurguladı. İşte bu nedenle Riesling, bölgedeki üzümlerin Kralı/Kraliçesi.

Yavaş yavaş piramidin üstüne doğru tırmanıyoruz, 2008 Riesling Jubilee ile tadım sürüyor. 2008’in özellikle daha serin bir yıl olduğunu söylüyor Loïc, sonra daha sıcak bir yıl olan 2009’u tattırıyor. Mini bir dikey tadım yapıyoruz anlayacağınız. Mevsimsel farklılıkların şarap üzerindeki etkisini görebilmek müthiş, 2008’de mineralite yüksekken, 2009 meyvemsiliği ile ön plana çıkıyor.

Bu noktada, şu ana kadar tattığımız Riesling’lerde, o çok anlatılan “Petrol” kokusunu alamadığımızı dile getiriyoruz Loïc’e; o da bunun normal olduğunu, 10-12 yıllık bir Riesling denediğimiz takdirde o ünlü petrol kokusunu alabileceğimizi söylüyor. Petrol kokusuna erişebilmek için mineralite baskın olmak zorundaymış. En üst seviyedeki Jubilee serisinden baya şarap deniyoruz sohbet sürerken, gerçekten bu şaraplar daha konsantre ve leziz.

Araya 2012 Muscat Tradition sıkıştırıyoruz. Muscat, yani misket. Bu şarabı yudumlarken ülkemizde de aynı üzüm ailesine ait üyelerin olduğundan bahsediyoruz. Bu arada Alsace’ın Muscat’ındaki mineralite ilgimizi çekiyor. Malum, ülkemizdeki misketler daha çok parfüm gibi kokmaları ve damaktaki meyvemsiliği ile bilinmekte. Loïc ise bu bölgedeki Muscat’ın yalnızca tatlılığı ve meyvemsiliği ile ön plana çıkmasını istemediklerini, mineralitenin aranan bir özellik olduğu karşılığını veriyor konuyla ilgili sorularımız üzerine.

Tadım bitime yaklaştığı için kırmızılara geçtik ve 2012 Pinot Noir Classic ile 2008 Pinot Noir Jubilee tattık. 2012 eh işte denilebilecek bir şaraptı, 2008 ise benim beğenimi kazandı ancak Süray aynı fikirde değildi.

Sıra tatlı şaraplara gelmişti. 1998 Pinot Gris Hommage ile açılışı yaptık; gayet başarılı olan bu şarap için Şükran Günü’nde içilesi yorumu yapıldı; tabii bu yorumu biz yapmadık. Alsace’ta Pinot Gris’e eskiden Tokay dendiğini belirtelim; Hommage da bazı kaynaklarda Tokay Pinot Gris olarak geçiyor bu nedenle. Ancak Macarların “hop noluyor, Tokay bizim birader.” diye çıkışmasından sonra bu kullanım ortadan kalkmış.

Ve işte “Late Harvest” yani geç hasat üzümlerinden yapılma tatlı şaraplar teşrif ediyor masamıza. İlk denenen 2010 Riesling Selection De Grains Nobles. Şarabımız, asil küfe maruz kalan üzümlerden üretilmiş. İşte merakla beklediğimiz “Petrol” kokusu sonunda burunlarda, bir miktar lastik kokusu da eşlikçisi. Bu şarap yurtdışı seyahatimiz boyunca unutamadıklarımız arasında yerini aldı; tam bir aroma bombasıydı. Damağınızın bir noktası çarpılmışken, bir anda başka bir yerinde farklı bir tat hissediyor, daha ona konsantre olamadan, bu ikisinin birleşimi damakta apayrı bir lezzet patlaması olarak yerini alıyordu.

Mutluluk gözyaşları içinde bu şarabı yudumlayıp, tükürmeye kıyamadık. Tek damlasının bile ziyan olması büyük üzüntü yaratırdı. Şarabın tatlılığının iç bayması katiyen mümkün değildi, çünkü kuvvetli bir asidite dengeyi sağlıyordu. Zaten tatlı şaraplarda bakmanız gereken en önemli iki unsur tatlılık ve asidite, bunlar beraber ise temel sağlam demektir; o şarap başarılıdır ve yıllanma potansiyeline sahiptir. Bu muazzam şarabın fiyatı 63 EUR idi, aklımızda bir şaraba bu kadar para ödemek gibi bir düşünce olmamasına rağmen tabii ki dayanamadık ve bu güzelliği satın aldık. Pişman değiliz Hakim Bey!

2009 rekolteli bir Vendage Tardive denedik sonrasında, önceki şarabın bir seviye daha aşağısındaydı bu ürün. Üzümler yine Botrytis, yani asil küfe maruz kalmıştı tabii. Bu kadar asil küf demişken, konuyu biraz daha açmak yerinde olacaktır. Instagram hesabımızı takip edenler bilirler, orada bir dönem sadece tatlı şarapların tanıtımı üzerine eğilmiş ve bu arada “asil küf” mevzunu ele almıştık.

Yazdıklarımı aynen alıntılıyorum: “Bir tür mantar enfeksiyonu olan asil küf, bulaştığı üzümlerin suyunu emer, onları buruşturur ve kurutur. Kalan üzümün şeker ve asiditesi artar; bu birliktelik konsantre bir hal alır. En iyi kalite tatlı şaraplar için asil küfe maruz kalan üzümler tek tek salkımları arasından ayıklanır. Daha orta kalite şaraplar için hem sağlıklı hem de asil küfe maruz kalmış üzümler birlikte kullanılır.” Anlayacağınız üzere, bu küf zararlı değil, tatlı şarap yapımı için istenen bir “kusur”. Şarap dünyası için çok önemli bir olgu asil küf, ileride tekrar değiniriz. Son şarabımızın ardından tadılan şarap sayısı 12’yi bulmuştu; damaklar artık yorulmuş ve karınlar acıkmıştı. Loïc, bütün ziyaretimiz boyunca sıkılmadan her sorumuza cevap verdi, hoşsohbet kişiliği ile eğlendirdi ve mutlu etti; biz de giderken fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik onunla. Müthiş misafirperverliği ile Hugel, gezimizin yıldızlarından biri olarak yerini aldı.

Hugel’den sonra bir şeyler atıştırdık ve Riquewihr’u turlamaya başladık. Çeşit çeşit peynirlerin bulunduğu bir üretimhaneye daldık, Paris’te de çeşitli peynirciler gezmiş ve hayran kalmıştık; burasının onlardan aşağı kalır yanı yoktu. Fransızların, kendilerine has ve apayrı peynir dünyası var. Çeşit çeşit, her türlü peyniri bulabiliyorsunuz.

Biraz damağımızın rahatladığını hissettikten sonra soluğu Dopff&Irion’da aldık; mavi şişesiyle bizi büyüleyen şaraptan tattık. Maalesef büyü bozuldu, özellikle damakta tatmin etmeyen bir şarap çıktı karşımıza. Ağzımızda Hugel’in tadı olduğu için, iki üreticiyi rahatlıkla karşılaştırdık ve Dopff sınıfta kaldı.

Yeni hedefimiz Chateau du Haut-Koenigsbourg. Bağların, asmaların, doğanın, yeşilin içerisinde yaptığımız muazzam bir yolculuğun ardından kaleye vardık ve sanki ortaçağa ışınlandık.

Kale o kadar güzel korunmuş ki bütün turistleri oradan çıkartın; leydisini, lordunu, markisini, şövalyesini getirin içeri koyun, birkaç köylü falan serpiştirin, hayat hiç sırıtmadan devam eder burada. Ülkemizde bu kadar güzel korunan tarihi eserler olmadığı için şaşkınlığımız şato gezisi boyunca devam etti, bitmek bilmedi. Kale/şato ise şahaneydi, bayıldık!

Son turistik ziyaretimiz bizi bitirmiş, bacaklarımızda derman kalmamış, her attığımız adımda ayak tabanlarımız zonklar olmuştu. Her ne kadar adım adım gezmek mottomuz olsa bile otelimize dönerken altımızda araba olduğu için büyük sevinç duyduk. Alsace’ın muhtemeşem doğasının içerisinden geçen yollar da ayrı bir mutluluk kaynağı idi tabii bizler için.

Not: Bu arada Hugel’in şaraplarını ADCO ithal ediyor. Bu kadar övdük, ararsanız nerede bulabileceğinizi söyleyelim dedik. Tabii ne kadar stok tutuyorlar veya hangi ürünleri ülkemize getiriyorlar emin değilim. Hugel’in güzel bir türkçe tanıtım broşürü de var, okumanızı tavsiye ederim.

Exit mobile version