Alsace ve Almanya Gezisi – Gün 1 – Alsace
Alsace yıllar yılı Almanya ve Fransa arasında el değiştirmiş bir alan, bu nedenle bölge çok kültürlü bir yapıya sahip, ne tam Alman ne de Fransız. Bu farklı kültür bileşkesi hem yemeklere hem de şaraplara yansımış durumda.
Alsace Şarap Yolu 170 km. uzunluğunda ve tam 100 tane şarap köyü/kasabasını kapsıyor; bölgede 26 adet Michelin yıldızlı restoran bulunmakta. Buradaki şaraplar flüt diye adlandırılan şişelere konuluyor; eski dünya şaraplarının çoğunun aksine şarapların üzerinden yapıldığı üzüm açık açık yazılıyor. Bu bölgenin en büyük farkı şarap turizmini içselleştirmiş, bunun için bütün düzenlemeleri başarılı bir şekilde yapmış olması. Her yer tabelalar ile donatılmış, tek ihtiyacınız onları izlemek. Anlayacağınız burada her yol şaraba çıkıyor!
Bölgede 3 apelasyon mevcut;
* Alsace, yani orta ve alt kalite şaraplar.
* Alsace Grand Cru, üst kalite şaraplar, Alsace içerisinde Grand Cru sıfatını almaya hak kazanmış 51 tane alan var.
* Crémant d’Alsace, şampanya metodu ile üretilen köpüklü şaraplar
Bu apelasyonlara has şaraplar ise;
* Riesling
* Gewürztraminer
* Pinot Gris
* Muscat
* Pinot Blanc
* Sylvaner ve
* Pinot Noir üzümlerinden üretiliyor. Bölgede yetiştirilen tek kırmızı üzüm Pinot Noir, tahmin edeceğiniz üzere Alsace şaraplarının %90’ı beyaz, %10’u kırmızı.
Sabiha Gökçen’de kalkan uçağımız öğleye doğru bizleri EuroAirport Basel’e bıraktı. Enterprise’dan kiraladığımız arabaya atladık, biraz navigasyon aletini kurcalayıp, özelliklerini anladıktan sonra kalacağımız otel olan Chambre d’hôtes du Zellberg’in adresini tuşladık ve GPS’in bizleri yönlendirmesine izin verdik. Doğaya ve bağlara aşık olduğumuz yolculuğumuzun ardından kendimizi otele attık ve yemek yenecek bir yerler aradık. Ne yazık ki restoranların hepsi kapalıydı çünkü bölgede öğle yemeği saatleri 12:00-14:00 arasındaydı, bu saatleri kaçırırsanız akşam servisini beklemekten başka şansınız yok.
Biz de “Yemek bulamıyorsanız, şarap için” mottosunu şiar edindik ve Nothalten’de sürtmeye başladık. Jean-Marie Wassler & Fils isimli üreticinin kavına öylesine daldık. Maalesef ki ingilizce bilen kimse yoktu; bu nedenle bana boş boş gezmek, Fransızca bilen Süray’a ise üretici ile sohbet etmek kaldı. İsmin sonundaki Fils, aslında çocukları demek, bu ifadeyi, ileride tekrar denk geleceğiniz için çevireyim istedim. Burası ilk şaraphanemiz olduğu için biraz çekingendik, pek fazla şarap denemedik ve Riesling’den yapılma 2011 rekolteli bir şaraplarını alıp, çıktık. Ancak sonrasında bu şarabı Alsace’ta iken içtik çünkü Türkiye’ye getirmeye layık bulmadık. Siz siz olun ilk heyecanınız ile şarap almayın.
Wassler’i ziyaretimizde aşağıdaki tabela ilgimizi çekmişti, neden çok içtiğimizin 103 sebebi yer alıyordu üstünde. Ben de tabelayı yapana neden 103 tane seçtiğini sormak istedim aslında. Neden 100 değil, 105 değil de 103? Bu arada tabeladaki en “Fransız” ifade “Şarapsız bir yemek, güneşsiz bir güne benzer.” idi. Bu şarap-yemek uyumu mevzuna döneceğiz.
Sokaklarda boş boş gezerken, yaşlı bir adam sohbet etmek için yanımıza sokuldu; biraz çene çalmamızın ardından ilerideki binalardan birini işaret ederek, bakın orada bizim şaraphane var, karım içeride, gidin ziyaret edin diyerek bizi kışkışladı. “Yolda çevirip, gidin şarap için diye bizi bir yerlere yolluyor buranın insanı, hayata bak.” diye içimizden geçirmeden edemedik. Ülkedeki yaşam koşulları ile kıyaslanınca ironi anlaşılacaktır.
Rene & Michel Koch, şaraplarından zevk aldığımız bir üretici oldu. Sonradan anladık ki bizi buraya yönlendiren yaşlı adam Rene imiş. Michel, Türkiye’den geldiğimizi duyunca, o kadar yol tepmişsiniz size Grand Cru’dan aşağı şarap denetmem dedi ve tadım başladı. Kochların şaraplarında mineralimsi bir hava hakimdi, kitabı bilgiler doğru ise bağların eski ve yaşlı olduğuna delalet. Michel, şarap yapım felsefelerini ise şöyle açıkladı: “Üzümü toplarız, şarap ortaya çıkar; ortaya ne çıkacağına ise toprak/doğa/iklim karar verir, biz sadece aracıyız.” Buradan 2008 rekolteli bir Pinot Gris ile ayrıldık. Tam çıkmadan Rene de dükkana geldi, size giderayak Crémant d’Alsace ikram edeyim dedi. Bunu da beğenip aldık. =) Hatta orada içelim dedik ama maalesef şarap buşone çıktı. Alın size hüzün!
Nothalten’i adımlamamız sürerken eğitici bir bağa denk geldik. Bu bağda Alsace’ta yetişen üzümler sıra sıra dikilmiş ve altlarına üzümün adı yazılmıştı. Gayet bilgilendirici ve ince bir düşünce.
Bir süre sonra yorgunluk bastırınca odaya gidip dinlendik ve akşam yemeği için Itterswiller’deki Arnold’a gitmek için yola çıktık. Masalarımıza kurulur kurulmaz, ortaya kaz ciğerli mini bir ekmek geldi atıştırmalık olarak. İşte asıl bununla bir Crémant d’Alsace içilirdi. Sonra Alsace’in yöresel yemeklerinden olan Tarte Flambee teşrif etti. Altta incecik bir hamur, üzeri yöresel peynir ve jambon kaplı bu yemeğe; bir çeşit sossuz pizza diyebiliriz. Ne yiyeceğinizi bilemediğiniz anlarda gerçek bir kurtarıcı.
Ziyafet bu noktaya kadar güzel giderken, ana yemekler keyfimizi kaçırdı. Ne ben sardalya gibi tadı olan yoğun soslu balığımdan zevk aldım, ne de eşim mantar soslu tavuğunu beğendi. Halbuki Arnold’u öven pek çok kaynak vardı, belki de yemekler damak tadımıza uymadı. Neyseki Arnold’un çiçeklerle kaplı giriş kısmı moralimizi düzeltti ve bizlere odamıza gidip de yatmak kaldı.
Buşene şarabı üretici sualsiz kabul eder. Fransa’da ya da Almanya’da bu konuda hiç sorun yaşamadan iade ettim. Nazik bir e-mail, telefon yetecektir. Evinize yeni bir şişe yollanacaktır muhtemelen. Bir dahakine aklınızda bulunsun.